Saadet Forum

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


    Yeni Bir Dünya D-8

    EbuHafs
    EbuHafs
    Kıdemli Üye
    Kıdemli Üye


    Mesaj Sayısı : 57
    Kayıt tarihi : 30/09/07

    Yeni Bir Dünya D-8 Empty Yeni Bir Dünya D-8

    Mesaj tarafından EbuHafs Paz Eyl. 30, 2007 11:34 pm

    [color=red][size=18]Bir DYeni ünya D-8
    Kurulduğu tarihte D-8
    Hazırlayan: Suavi Kemal


    Hızlı büyümenin önündeki engelleri kaldırmak, piyasaları serbestleştirmek ve dünya ekonomisi ile daha iyi entegre olmak için tüm ülkelerde hükümetler bir dizi reform gerçekleştirmişlerdi. Gelirlerdeki büyümeler zaten büyük ve artan nüfusla birleştiğinde gelecek yıllarda hızla büyüyen pazarlar oluşturacağı planlanıyordu.

    Nispeten makul düzeylerden başlayarak D-8 ülkeleri yakın geçmişte oldukça yüksek büyüme oranları kaydetmişlerdi. Hızlı büyümenin önündeki engelleri kaldırmak, piyasaları serbestleştirmek ve dünya ekonomisi ile daha iyi entegre olmak için tüm ülkelerde hükümetler bir dizi reform gerçekleştirmişlerdi. Gelirlerdeki büyümeler zaten büyük ve artan nüfusla birleştiğinde gelecek yıllarda hızla büyüyen pazarlar oluşturacağı planlanıyordu.

    D-8 ülkeleri nispi olarak büyük bir nüfusa sahiptiler. 1999 yılı itibarıyla D-8’in toplam nüfusu 806 milyon kişidir. Bu dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 13,5’ine tekabül etmekte. Sekiz ülkeden dördünün nüfusu 100 milyonun üzerinde, bir ülkenin ise 200 milyonun üzerinde. Bu büyük insan kaynaklarına ek olarak, D-8 ülkeleri önemli doğal kaynaklara da sahipler. Bu kaynakların bazıları hali hazırda kullanılmakta, ancak daha henüz kullanıma açılmamış büyük rezervler de bulunmakta.

    D-8 ülkelerinin toplam ihracatı ise kurulduğu 1997 yılı itibarıyla dünya ihracatının yüzde 3,8’ini oluşturmaktaydı. 1999 yılı itibarıyla ise bu oran (İran hariç) yüzde 3,3 olmuştur. D-8 ülkelerinin 1999 yılı ihracatı 185,5 milyar dolardır. D-8 ülkeleri arasında en fazla ihracat yapan ülke 84,5 milyar dolar ile Malezya’dır. Malezya’yı, 48,6 milyar dolar ile Endonezya ve 26,6 milyar dolar ile Türkiye izlemekte.

    D-8 ülkelerinin toplam ithalatı ise, kurulduğu 1997 yılı itibarıyla dünya ihracatının yüzde 4’ünü oluşturmaktaydı. 1999 yılı itibarıyla ise bu oran (İran hariç) yüzde 3,0’dür. D-8 ülkelerinin 1999 yılı ithalatı 174,5 milyar dolardır. D-8 ülkeleri arasında en fazla ithalat yapan ülke ihracatta olduğu gibi 65 milyar dolar ile Malezya’dır. Malezya’yı, 40,7 milyar dolar ile Türkiye ve 24 milyar dolar ile Endonezya izlemekteydi.

    Un, yağ, şeker var ama...

    Nuri Pakdil’in Türkiye’nin boyun ağrılarıyla ilgili benzetmesi ilginçti: Gözlerini hep ileriye dikmesi gereken Türkiye, iki yüz yıldır sürekli Batı’ya baktığı için dayanılmaz boyun ağrıları çekmekte olduğunu tespit etmişti. D-8 girişimi Türkiye’nin boyun ağrılarına şifa bulmak üzere başlattığı bir girişim olarak tarihteki yerini aldı. Necmettin Erbakan’ın Başbakanlığı döneminde gündeme gelen D-8 projesi, her ne kadar büsbütün devre dışı kalmamış da olsa bir anlamda buzluğa kaldırıldı. D-8 projesinin taşıdığı potansiyele rağmen atıl kalmasının arka planındaki uluslararası operasyonların tam listesini çıkarmak ise mümkün bile değil. D-8, Türkiye'nin girişimiyle 22 Ekim 1996'da İstanbul'da Bangladeş, Endonezya, İran, Malezya, Mısır, Nijerya ve Pakistan'ın işbirliğiyle düzenlenen Kalkınma İşbirliği Konferansı ile kurulmuştu. 15 Haziran 1997 tarihinde anılan ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla İstanbul'da Türkiye'nin dönem başkanlığında, Gelişmekte Olan 8 Ülke Zirvesi resmen toplanmıştı. Bu organizasyonun amacı üyelerinin sosyal ve ekonomik ilişkilerinin zenginleştirilmesine yeni bir boyut katmaktı. Üyelerinin tamamı aynı zamanda İslam Konferansı Teşkilatı’nın da üyesi olan D-8 üyeleri, tabii kaynakları, kalabalık nüfusları ve potansiyel pazarlarından ötürü kendi bölgelerinde önemli konum arz etmekte. Ancak o tarihten itibaren D-8’e imza atan ülkelerin üstünden kara bulutlar eksik olmadı.

    G-7’nin yoksulluğu ve zenginliği

    Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngiltere ve ABD’den oluşan G7’ler grubu, en zengin 7 ülkeyi kapsıyor. G7’ler dünyadaki nüfusun yüzde 15’i oluşturuyor ancak dünyadaki gelirden aldıkları pay yüzde 74. Dünya nüfusunun kalan 85’i ise toplam gelirden yüzde 21 pay alıyor. G7 ülkeleri doğal kaynaklar açısından pek parlak durumda değiller. Mesela Japonya'nın yalnızca %13,3'ü tarıma uygun. Japonya'nın enerjide kendine yeterlilik oranı ise sadece % 18,1 ve tükettiği petrolün % 99,7'sini ithal ediyor. 1996-2000 yılları arasındaki 5 yıl içinde Gelişmiş 7 (G7)’nin –ABD, Kanada, Japonya, İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya- petrol üzerinden elde ettiği vergi geliri 1.3 trilyon dolar olmasına karşılık OPEC ülkelerinin bu 5 yıl içinde petrolden elde ettiği gelir 850 milyar dolar. Yani petrole sahip olmayan G7 ülkeleri petrolden, petrol üreticisi ülkelerin oluşturduğu OPEC’e üye ülkelerin petrol satışından 450 milyar dolar daha fazla geliri, petrol ürünleri üzerine koydukları vergilerle, satış gerçekleştiği anda elde ettiler.

    Krizler üst üste

    Ancak Asya krizi, oluşumun iki büyük ve zengin ülkesini yerle bir etti. Malezya finansal çöküşün eşiğinden döndü. Endonezya, ülke içinde baş gösteren anarşi ortamının ateşlediği bir ayrımcılık furyasıyla parçalanmaya doğru gidiyor. D-8'in bir diğer Asyalı üyesi olan Pakistan, Hindistan'la giriştiği rekabet sonucunda siyaseten ve iktisaden ablukaya alınmış vaziyette. İran, hâlâ devrimle olan iç hesaplaşmasını yapmakla meşgul.

    Mısır ise değişen Ortadoğu düzleminde kendine nasıl bir rol biçeceğinin hesaplarını yapıyor. Afrika'nın en kalabalık Müslüman ülkesi olan Nijerya ise, kan ve barutla yıkanmış kara kıtanın içinde tökezleyip duruyor. Değişmeyen yegane şey, dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Bangladeş'teki sel faciaları. D-8’lere vurulan darbeler bununla da bitmedi. Şimdi de Afganistan harekatı ile Amerika ve İngiltere bir taşla üç-beş hedefi yok etme peşinde.

    D-8, G-7’ye karşı

    D-8 ülkelerinin yıllık ihracat hacmi 250 milyar dolar civarında. Buna karşılık yapılan ithalat miktarı ise 230 milyar dolar. İthalatın çoğu ise Avrupa ülkeleri ya da ABD ile yapılıyor. Müslüman ülkelerin ekonomilerinin gelişmesi ve dünya konjonktüründe iyi bir yer edinebilmeleri için D-8 ülkelerinin kendi aralarında da ticarete öncelik vermeleri gerekiyor. Sadece kendi aralarındaki iyi işbirliği, az gelişmiş Müslüman ülkelerin durumunu düzeltmeye ve dünya piyasasında söz sahibi etmeye yardımcı olabilirdi.

    D-8 ülkelerinin ticaret yaptığı başlıca ülkeler sanayileşmiş ülkeler oldu. İhracatın büyük çoğunluğu ABD, Japonya, Almanya ve daha küçük oranda da İngiltere, İtalya ve Fransa’ya yapılmakta. Bazı istisnalar dışında ithalatın büyük kısmı da aynı ülkelerden kaynaklanmakta. Yani büyük ölçüde G7 ülkeleriyle. Zaten doğal kaynaklarla servetin farklı ellerde toplanmasının çelişkisinin en net okunabileceği ayrım da D-8 ve G7 ülkeleri arasında yapılacak mukayese ile okunabilir.

    Nitekim G-7 liderlerince alınan kararlar; Dünya Bankası, IMF, OECD, DTÖ ve NATO gibi uluslararası kuruluşların politikalarının yönlendirilmesinde son derece önemli rol oynamakta. G-7 ülkeleri aynı zamanda dünya ticaretinde de önemli paya sahipler. G-7 ülkelerinin 2000 yılı itibarıyla gerçekleştirdikleri ihracat dünya toplam ihracatının yüzde 45,7’sini, ithalatları ise dünya toplam ithalatının yüzde 48,9’unu oluşturuyor. Bu yazı dizisi biraz da söz konusu uçurumun arka planını dile getirmek için kaleme alındı…

    D-8 ülkelerinin profilleri

    Bangladeş: En yoksul D-8 ülkesi olan Bangladeş, en büyük jüt (Hint keneviri) ihracatçısıdır ve dünyanın jüt ihracatının yüzde 80’ini bu ülke gerçekleştirmekte. Ayrıca çay ve pirincin de yetiştiği Bangladeş’in bir başka zenginliği ise Bengal körfezinde işletmeye hazır büyük doğal gaz rezervleridir.

    Mısır: Başlıca doğal kaynakları petrol ve gazdır. Petrol rezervlerinin boyutunun dünya standartlarına göre az olmasına rağmen bilinen ve potansiyel doğal gaz rezervleri önemli düzeydedir. Diğer mineral kaynakları arasında fosfat rezervleri önemli yer tutmaktadır. Mısır, ayrıca, yüksek kaliteli pamuk, pirinç, şeker kamışı, turunçgiller ve sebzeler üretmekte ve ihraç etmektedir.

    Endonezya: Bu Güneydoğu Asya ülkesi hem tarımsal kaynaklar hem de petrol ve doğal gaz açısından zengindir. Başlıca doğal kaynakları arasında kömür, kalay, boksit, bakır ve nikel gelir. Bütün bunların yanı sıra Endonezya önemli bir palmiye yağı, kahve, kakao, doğal kauçuk ve ağaç ürünleri üreticisidir.

    İran: Dünyanın bilinen petrol rezervlerinin yüzde 9’unu elinde bulunduran İran, bölgedeki en eski petrol endüstrilerinden birine sahiptir. Dünyada ikinci en büyük rezervler olan doğal gaz rezervleri de önemli bir gelir kaynağıdır. İran, demir ve boksit gibi mineral kaynaklara da sahiptir.

    Malezya: Bu ülke kalay ve kauçuk tedarikçisi olarak dünya piyasalarında önemli bir rol oynamakta, petrol ve doğal gaz üretimi de önem kazanmaktadır. Malezya ayrıca dünyanın önde gelen tropik kereste üreticisi olmaya da devam etmektedir.

    Nijerya: Bu Afrika ülkesi kükürt içeriği az, yüksek kaliteli petrol rezervlerine sahiptir. Ayrıca, çok çeşitli mineral kaynaklara ilaveten nispeten büyük doğal gaz rezervlerini de elinde bulundurmakta. Tarım ürünleri arasında ise kakao önemli bir yer tutmakta ve petrolden sonra ihracatta ikinci sırada yer almaktadır.

    Pakistan: Yakıt kaynakları nispeten sınırlı olan Pakistan’ın manyezit, kireç taşı, mermer ve dolomit gibi yakıt dışı mineralleri içeren geniş bir ürün yelpazesi bulunmaktadır. Pakistan ayrıca önemli bir pamuk ve pirinç üreticisidir.

    Soros’a ve tsunamiye rağmen parlayan Malezya

    1957 yılında İngiltere'den bağımsızlığını ilan eden Malezya'nın nüfusunun yüzde 60’ı Müslüman. Malezya ekonomisi başlangıçta tarım ve hayvancılığa dayanırdı.

    Bugün de ihracat tabanının en önemli ürünü elektronik mallar olmakla birlikte kauçuk gibi doğal ürünlerin işlenmesinden sağlanan gelirler de hafife alınamayacak seviyede. Ürettiği tarım ürünlerinin başında pirinç, kauçuk, palmiye tohumu, ananas, kakao ve çeşitli meyve ve sebzeler olan Malezya’da balıkçılık da yaygın. Orman ürünlerinin ekonomiye katkı sağladığı Malezya zengin kalay rezervine sahip. Ancak maden rezervleri büyük ölçüde sömürge döneminde İngilizler tarafından tüketilmiş. İngiltere'nin kolonisi olduğu dönemlerde, bol miktarda doğal kaynakları bulunan ülke, ham madde açısından zengindi. Dünya teneke, kauçuk ve hurma yağı talebini önemli ölçüde karşılayan Malezya 1970'lerden beri petrol ve doğal gaz ihraç ediyor.

    Elektronik eşya üretiminde Çin'den büyük bir darbe alan Malezya, bu sektörde durumunu kurtarmak için Güney Kore'yi örnek alarak ürettiği mallarda katma değeri yükseltmeyi hedeflemekte. Malezya hükümeti bu amaçla Multimedia Super Corridor (MSC) adını verdiği ve Singapur'dan yaklaşık 100 km kare daha büyük olan bir alanda 800 adet teknoloji firmasını toplamayı başardı. Söz konusu MSC bölgesindeki şirketlere istisnai ayrıcalıklar sağlanmakta ve Ar-Ge yatırımları için devlet desteği verilmekte.
    EbuHafs
    EbuHafs
    Kıdemli Üye
    Kıdemli Üye


    Mesaj Sayısı : 57
    Kayıt tarihi : 30/09/07

    Yeni Bir Dünya D-8 Empty Geri: Yeni Bir Dünya D-8

    Mesaj tarafından EbuHafs Paz Eyl. 30, 2007 11:36 pm

    Soros nasıl bir fırsat buldu?

    1992’de İngiltere Merkez Bankası’na büyük bir zarar vererek 2 milyar dolar kazanan George Soros, 1997’de Güneydoğu Asya’da büyük bir krize sebep oldu. Peki, Soros nasıl oldu da böyle bir spekülasyon yapmaya fırsat buldu. Sıkıcı olmak pahasına bazı rakamlara dikkat etmekte fayda var. Bunu sadece Malezya ekonomisine yakından bakmak için değil Türk ekonomisine farklı bir açıdan yaklaşmak içinde yapmalıyız. Soros, 1997 ortalarına kadar yıllık ortalama yüzde 8 gibi bir oranla oldukça hızlı büyüyen Malezya’nın büyüme oranlarını tam olarak hazmedilememesini değerlendirdi.

    Çünkü Malezya’da özel sektördeki iyimser beklenti akılcı yatırımları engellemiş, talebin kuvvetli olması nedeniyle daha çok montaj üzerine dayalı sanayiler tercih edilmiş ve işin kolayına kaçılıp ithalata bağımlı bir yapılanmaya gidilmişti. Hatalı kararlar alınarak hammaddesi Malezya’da bulunmayan sektörlerde çok büyük yatırımlara girişilmiş ve yatırımlar "ölü yatırım" haline gelmişti. Örneğin, Malezya’da demir cevheri bulunmamasına rağmen çok büyük paralar harcanarak siyasi çıkarlar için çok büyük demir-çelik fabrikaları kuruldu. Bu fabrikalar kapasitelerinin çok çok altında, ithal edilen hurda demir ya da kütük demir kullanarak çalışmakta. Bunlara ilaveten Malezya’ya özellikle 1997 yılı ilk yarısında giren para daha çok sıcak para tabir edebileceğimiz türde oldu.

    Değerli Ringgit politikaları sonucunda ortaya çıkan ve giderek büyüyen cari işlemler açığı sermaye hareketlerindeki doğrudan, portföy ve diğer orta ve uzun vadeli sermaye girişleri ile finanse edildi. Değerlenmiş Ringgit dış ticaret açığını olumsuz yönde etkiledi. (Bütün bunlar eminim yakın dönem Türk ekonomisini takip edenlere yabancı gelmiyordur.) Öte yandan, Ringgit’teki bu değerlenme bütçe hesaplarını Ringgit olarak tutan hükümetin dış borçlarını daha az Ringgit ödeyerek karşılayabilme düşüncesini getirmiş ve hükümet kriz beklentisi içinde olmadığı için ülkedeki altyapı ve üstyapı yatırımlarının finansmanında "hard currency" denen dolar ile borçlanmaya başladı. Genel bir iyimserlik hakim olduğu için yatırımların fizibilite ve kar/maliyet analizleri dikkatli bir şekilde yapılmadı.

    Yabancı sermayenin bereketsizliği

    Ekonomik krize neden olan etkenlerin en önemlisi yabancı sermayeye bağımlılıktı. Yabancı sermaye, Malezya ekonomisinde oldukça önemli bir yer tutmakta ve şu ana kadar kolay temin edilebildiği için, ulusal sermaye birikimi oluşturma konusunda hükümet ve özel sektörü tembelliğe itmişti.

    Uzun bir dönem süresince yüksek büyüme hızına sahip Malezya’da bu büyümenin devam edeceği gibi iyimser bir hava vardı. Halbuki, büyüme ve enflasyon oranları arasındaki ilişki gözardı edilmiştir. Ortalama %8 büyüyen bir ekonomi, büyümenin maliyetini de ödemek durumundadır. Bu maliyet ise enflasyondur. Uzun yıllar enflasyon oranları, yabancı sermayeyi de çekme amacıyla büyümenin tersine çok düşük rakamlarda tutulmuştur. Büyümenin maliyeti sürekli bir sonraki dönemlere kaydırıldı.

    Malezya ekonomisinin büyüme oranlarının etkileyici olmasına rağmen hızlı büyüme tam olarak hazmedilemedi. Büyüme hızındaki oranlara karşı özel sektör tarafından atılan adımlar daha yavaş kaldı. Özel sektördeki iyimser beklenti akılcı yatırımları engelledi, talebin kuvvetli olması nedeniyle daha çok montaj üzerine dayalı sanayiler tercih edilmiş ve işin kolayına kaçılıp ithalata bağımlı bir yapılanmaya gidildi.

    Kauçuk, palmiye yağı ve petrol gibi birincil maddeler dışında Malezya ekonomisi, sanayilerini destekleyecek temel girdiler yönünden zayıf durumdadır. Birçok hammadde ve/veya yarı mamul mallar ithalat yoluyla karşılanmaktadır. Malezya, imalat sanayini idame ettirmek için hala ithalata bağımlı durumdadır. Bu durumu telafi etmek için hatalı kararlar alınarak hammaddesi Malezya’da bulunmayan sektörlerde çok büyük yatırımlara girişilmiş ve yatırımlar "ölü yatırım" haline gelmiştir. Örneğin, Malezya’da demir cevheri bulunmamaktadır. Buna rağmen çok büyük paralar harcanarak siyasi çıkarlar için çok büyük demir-çelik fabrikaları kurulmuştur. Şu an bu fabrikalar kapasitelerinin çok çok altında, ithal edilen hurda demir ya da kütük demir kullanarak çalışmaktalar.



    IMF’ye minnet edilmedi

    Ekonomik krize neden olan diğer etken de yabancı sermayeye bağımlılıktı. Yabancı sermaye Malezya ekonomisinde oldukça önemli bir yer tutmakta ve şu ana kadar kolay temin edilebildiği için ulusal sermaye birikimi oluşturma konusunda hükümet ve özel sektörü tembelliğe itmişti. Bunun yanı sıra uzun bir dönemdir hızlı büyüme oranlarına sahip, enflasyon oranlarının düşük gerçekleştiği Malezya ekonomisi, iyimser tavırlar sonucu ekonomik kriz habercisi olan bazı makro verileri dikkate almamış ve krizin başlarında da kriz masası derhal kurulmamıştı.

    Ayrıca mali piyasalarla imalat sanayi arasındaki ilişkinin sağlıklı olmaması da krizi körükledi. Borsaya kayıtlı şirketlerin hisse senetlerinin değeri, suni olarak artınca dengeler bozuldu. Borsa bileşik endeksi 1997 Mart’ında 1100 iken ciddi bir düşüşle 500 seviyesine indi. Hükümet bu düşüşü engellemek için borsaya para aktardı ama aktarılan para piyasa tarafından emilmiş ve düşüşü durduramadı.

    1997 yılı Temmuz ayından 20 Ocak 1998’e kadar olan devalüasyon oranı yüzde 84’e ulaştı. Merkez Bankası (Bank Negara) şu ana kadar yaptığı müdahalelere rağmen değer kaybını önleyemedi. Elinde Ringgit olanlar dolar almak için çaba sarfetmeye başladı. Alışveriş merkezlerinde temel gıda maddelerinin tüketimi oldukça arttı ve halk gıda maddeleri stoklamaya başladı. Bu dönemde hükümet alışveriş merkezlerinde 2 kilodan fazla şeker satın alımını yasakladı.

    1997 Asya krizinden etkilenen Malezya, bütün bunlara rağmen IMF ve uluslararası diğer finans kuruluşlarına minnet etmeden, kendi kaynakları ve yerli politikalarıyla o kötü günlerin izlerini sildi. 1998'deki Asya krizi sırasında Malezya sermaye akışlarının ülkeyi terk etmesini zorlaştıracak kurallar getirdi. 2004'teki Tsunami felaketi bile ekonomiyi beklendiği kadar etkilemedi. Nitekim uluslararası derecelendirme kuruluşu Moody's de Malezya'nın rating notunu 2004 sonunda A-‘ye yükseltti.

      Similar topics

      -

      Forum Saati Cuma Nis. 26, 2024 7:10 am