Numan Kurtulmuş, “12 Eylül olmasaydı ANAP, 28 Şubat olmasaydı AKP olmazdı. AKP ANAP gibi zamane partisidir. Zamane şartları değişince kendisine hayat veren kuruluş gerekçeleri de ortada kalmayacaktır” diyor. Numan Kurtulmuş'a göre AKP, iki başbakanlık bir cumhurbaşkanlığı döneminden sonra bitecek.
Saadet Partisi’nin yeni Genel Başkanı Numan Kurtulmuş... Milli Görüş’ün bayrağını Erbakan’dan alan isim. Başbakan Erdoğan’ın defalarca AKP’ye çağırdığı, ancak olumlu yanıt alamadığı isim... İktisat profesörü, 3 çocuk babası, sakin, hırslı görünmeyen, Tayyip Erdoğan’ın tam tersi kişilik özelliklerine sahip görüntüsü veren biri.
Kurtulmuş ailesi 80 yıldır Fatih’te yaşıyor. Biz de görüşmeyi Fatih’te yapıyoruz. Sade bir çalışma ofisi var Numan Kurtulmuş’un. Yerel seçimler nedeniyle yoğun bir tempo içinde yakaladığımız Kurtulmuş’la buluşmaya giderken gördüğüm bir arkadaşım, “Bakalım elini sıkacak mı?” diye sormuştu. Evet, Gamze’nin de benim de elimizi sıktı Kurtulmuş. Bunu neden mi yazıyorum? Refah Partisi döneminde Ankara’da gazetecilik yapıyordum, parti genel merkezindeki siyasetçilerin çoğu kadın muhabirlerin elini sıkmazdı. Şimdi bu isimlerin bir kısmı AKP’de politika yapıyor, bazılarının davranışlarının değiştiğini de biliyorum. Röportaja gitmeden önce soru hazırlarken Milli Görüş’le ilgili olarak aklıma ilk ne geldiğini kendime sordum. Erbakan’ın “Kadayıfın altı kızaracak” sözü kulaklarımda çınladı, ardından “siyonistler” ve “adil düzen” aklıma düştü.
Numan Kurtulmuş ne eski siyasetçilere benziyor, yani ne Erbakan ne Demirel gibi, ne de Tayyip Erdoğan, Deniz Baykal gibi... Numan Kurtulmuş’un üslubunun Türkiye’ye iyi geleceğini düşündüm.
Erbakan’ı ilk kez 9 yaşında gördüm
28 Şubat’tan hemen sonra politikaya atılmışsınız. Neydi sizi siyasete sokan temel itici güç?
Üniversitede doçenttim, profesörlüğüme de az kalmıştı. Aktif olarak siyasetin içinde olma planım da yoktu. 28 Şubat sonrasındaki antidemokratik hava beni etkiledi. Partiden İstanbul İl Başkanlığı’yla ilgili teklif geldi. İstanbul İl Başkanlığı bizim geleneğimizde çok önemli bir görevdir. O dönem gelenekçilik, yenilikçilik tartışmaları başlamıştı. 28 Şubat’ın tüm spotları üzerimizdeydi. Belki de her zorluğun bir kolaylığı vardır, benim için öğretici bir dönemdi.
O güne kadar siyasetin içinde değildim ama muhafazakâr camiada çok iyi bilinen biriydim.
Erbakan’la nasıl tanışmıştınız?
Sanırım, Bağımsızlar Hareketi’yle ilgili bir toplantıydı. 9 yaşlarındaydım. Çok etkileyiciydi, Sayın Erbakan herkesi ayağa kaldırdı, çok kalabalık değildi. “Zafer inanlarındır ve zafer yakındır” demişti. Çocuk yaşımda hayret etmiştim ve etkilenmiştim. Çok başlangıçta bir aşamada, kalabalıklar etrafında yokken zafer düşünde olması beni etkilemişti. Siyasetin en önemli özelliği iddia ve irade sahibi olmaktır. Buna sahip olmayan bir siyaset yürümez.
AKP gerilim siyaseti yapıyor
Hepimizin çocukluğu Ecevit, Erbakan ve Demirel’le geçti. Üslupları çok farklıydı, ama üçü kavga da etseler sınırlar belliydi. Vatandaşa davranışları da farklıydı. “Ananı da al git” gibi bir sözün onların ağzından çıktığını düşünemem bile... Üslup siyasette ne kadar önemli sizce?
Farklı dünya görüşlerimiz olabilir, farklı paradigmalardan dünyaya bakıyor olabiliriz, sonuç itibarıyla mühim olan şey şu: Siyasetin 3 temel amacı var. İnsanları özgürleştirmek, insanlara adaletli yönetim sağlamak, refahtan herkesin pay almasını sağlamak. Kavga üslubuyla siyaset yapmanın ülkeye faydası olmaz. Ne yazık ki kendini merkezde hisseden partilerin yöneticileri zaman zaman bu çatışma ve kavga üslubunu kendileri için kolay yol kabul ediyor. Siyasetçiler muktedir olmalı. Bu seçimde de AKP genelde CHP ile Doğu’da da DTP ile kamplaşma ve gerilim siyaseti üzerine politika yapıyor.
Türkiye’de merkez sorunu var
AKP merkezde mi?
3 Kasım 2002’de millet 3 temel görev verdi AKP’ye: Ekonomik refahın millete yayılması, ikincisi statükonun millet lehine değiştirilmesi, üçüncüsü de özgürlük alanlarını genişletilmesiydi. Ama ne yazık ki geçmiş parlamento döneminde AKP, CHP ve anayasal kurumlarla çatışmalı görüntüsüyle bunu yapamadı. Geçen seçimlerde bu 3 göreve ilaveten sivil ve demokratik bir anayasanın yapılması görevini de verdi millet AKP’ye. Bu 4 ödev aslında Türkiye’nin merkezi nasıl olacak sorusunun cevabıdır. Mağdur, yoksul, işsiz, şehirlere gelmiş tutunmaya çalışan geniş kitle değişim dinamiklerini harekete geçirerek AKP’yi iktidara getirdi, ama ne yazık ki AKP bunları yapmak yerine “Ben değiştim!” demekten bir türlü statükoyu değiştiremedi. Dolayısıyla Türkiye’de bir merkez sorunu vardır.
Seçim anketleri AKP’yi yüksek gösteriyor. Oyu hâlâ çok yüksek. Nedeni ne?
Çatışma ve gerilimden istifade ediyorlar. “Alternatifimiz yok, aman oyları dağıtmayalım” baskısı oylarını yükseltiyor.
Başbakan sizi AKP’ye çağırdı gitmediniz. Saadet Partisi alternatif olabilir mi?
Son 8 yıldır uygulanan yanlış politikaların alternatifiyiz. Siyasette mühim olan alternatiflerin konuşulmasıdır. 3 aydır genel başkanım. 3 aylık süre içinde geniş kitlelerde ilgi olduğunu gördük.
Değişim vaadiyle gelip statükocu oldular
AKP sürekli “Değiştim” diyor. Bunun nedeni ne?
Bu arkadaşlarımız değişimi ideoloji olarak algıladı. Değişim stratejik unsurdur. Değiştim diyorlar ama toplumun değişim beklentilerini cevaplamadılar. Yalnızca eski söylediklerini söylemediklerini anlatırken “Değiştik” deniliyor. Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz! Değişim vaadiyle gelip tam anlamıyla statükocu oldular. Başbakan IMF’ye “Ümüğümüzü sıkarsanız anlaşmayacağız” diyor, ama masada oturmaya devam ediyor. Muhtemelen de anlaşacak. Çocukken oynadığımız pilli arabalar gibiler, engel karşısında geriye giden arabalar gibi engel görünce geri adım atıyorlar.
Peres’e fırça atmakla bir şey elde edilmez
Başbakan’ın Davos’taki davranışını nasıl buldunuz?
Tebrik ettim kendisini. Ama siyasette sonuç almak önemli. Şimon Peres’e fırça atmakla bir şey elde edilmez. İsrail’in en büyük gücü karşısına diplomatik güç oluşturmamasıdır. Başbakan’ın söylemiyle “Diklenmeden dik durmaktır” Türkiye’nin yapması gereken. Türkiye’nin avantajları var. Türkiye AB yolunda, her iki tarafla konuşabilen bir ülke, BM Daimi Konseyi geçici üyesi, İslam Konferansı’nda etkili bir ülke... Bu kararı veren, bu zulmü yapanlar uluslararası savaş suçluları mahkemesine çıkarılmalıdır. 1000’e yakın kuruluş müracat etti. İçlerinde Hıristiyanların ve Yahudilerin birlikleri de var.
Şimdi çok aktif bir tarafsızlığımız var
Bunu mu yapmalı Türkiye?
Davos’tan sonra 3 bakan “Aman kimse endişelenmesin, eskiye göre İsrail’le ilişkilerimiz daha iyi olacak” demiş. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu! Biz herkesle iyi ilişki olsun istiyoruz ama insanların gözü önünde bir katliam yapıldı. Aktif tarafsızlık gibi bir dış politika tavrımız vardı, şimdi çok aktif bir tarafsızlığımız var. Çok geziyorlar, çok aktifler ama sonuç yok. Bu çıkış kahramanlık olarak algılanır ama somut siyasi adım olmazsa havada kalan bir adım olur.
Derviş gitmedi ki geri gelsin!
Yolsuzluk ve yoksulluğu önleyeceğiz diyen AKP, yoksullara kömür dağıtıyor. Bu sorunları çözememekten mi kaynaklanıyor, insanlara iş yaratamıyor diye mi oluyor?
Bu hükümetin yanlışı tercih ettiği ekonomik modelde. Kemal Derviş gelmeden, biz Türkiye’ye Kemal Derviş modelinde birinin gönderileceğini söylüyorduk. Maalesef 2000 yılının başından beri uygulamam IMF programıyla birlikte Türkiye tamamen dışa bağımlı bir ekonomik modele sürüklenmiştir. Kemal Derviş’in gelip siyasi parti kuracağı söyleniyor, Derviş gitti mi geri gelsin. Derviş’in ruhu burada, bu program adım adım uygulandı. Programın adı aslında Dubai modeli. 1980’lerde Singapur’da uygulanan model. Özü, Türkiye üretmesin! Uluslararası şirketler Türkiye’nin üzerinden geçerken onların kovalarından dökülen birkaç damlayı da Türkiye kendi bardağına toparlasın. Sonuç ortada.
Devletin sadaka vermesi seçim yatırımı olarak algılanıyor
Kriz Mart’ta daha çok hissedilecek deniliyor...
Yüzde 20 reel bir işsizlik olacak. 46.5 milyar dolar cari açık var. İki açıktan korkmayan hükümetin tavrı, bir doktorun hasta ne yerse yesin demesi gibi... Biri açık işsizlik diğeri cari açık.
AKP yola çıktığında meydanlarda simit, çaya mahkum oldunuz, biz size peynir vereceğiz demiyor muydu?
Bırakın peyniri simit de gitti.
Peki kömür dağıtımı...
Hükümetin vazifesi vatandaşını iş, aş sahibi haline getirmektir. Sadaka ekonomisi lafından rahatsızlık duyuyorlar. Dini terminolojiyi bilirim, rahatsız olurum ancak sadaka vatandaştan vatandaşa verilir. Maddi durumu iyi olan durumu iyi olmayana reklamını yapmadan sadaka verir. Devlet sadaka vermez, bu bir sadakat kültürü oluşturuyor. Bu seçim yatırımı olarak algılanıyor.
Şaşaalı ve lüks yaşam doğru değil
AKP iktidarının şaşaalı yaşamdan zevk alan, lüks yaşamayı seven bir kesim yarattığı gözlemleniyor. Her iktidar gibi AKP de kendi zenginlerini yarattı diyebilir miyiz?
Ne yazık ki Türkiye’deki iktidarların çoğu etraflarında zengin yandaş sınıfı oluşturuyor. Bu iktidar döneminde de oldu. Bunu sade vatandaş olarak değerlendirebilirim. Dindarlık vasıfları öne çıkan vatandaşlar kamu kaynaklarından beslenmeseler dahi yaşantılarına dikkat etmeliler. Müslümanlık iddiasında olanlar iki şeye çok dikkat etmeli: Parayı nereden kazandılar, parayı nasıl harcadılar. Bu kadar insanın fakirlik çektiği ortamda şaşaalı, lüks içinde yaşanması doğru değil.
Ranta bulaşan siyaset biter
Bakanların oğulları ticari dehalar olarak ortaya çıkıyor...
Kamu görevine gelen birisinin yakın çevresindekiler ticaret yapıyorsa, o görev devam ederken yakın çevresinin ticaretini askıya alması lazım. Bende bakanların yakınlarıyla ilgili bir delil yok ama kendim için söylerim, “Harun gibi gelip Karun gibi gitmeyeceğime” söz veriyorum. Ranta bulaşan siyaset biter. Bu siyaseti izleyenler kendi ayaklarını bağlar.
Bu seçimde sarı kart görecekler
AKP sizce gücünü daha ne kadar muhafaza eder?
12 Eylül 1980’den önce Türkiye’nin her yerinde farklı partileri tutanlar vardı. Sosyolojik partilerdi bunlar. Bu partiler 12 Eylül’de tasfiye edildi. Konjonktür partileri, zamane partileri ortaya çıktı. Bunun bir örneği ANAP’tır. Yöneticilik vasıfları kuvvetli olan, sempatik, liderlik vasıfları kuvvetli rahmetli Özal’ın önderliğinde olmasına, iki defa başbakanlık, bir kere cumhurbaşkanlığı almasına rağmen ANAP ortadan kalktı.
Özal, “4 eğilimi toparlayacağım” demişti. Bu iyi bir şey gibi geliyordu. Aslında bu, “Ey millet ben size bir şey söylemiyorum, 4 farklı siyaset bir odaya girsin, aynı yerde otursun” demekti. Dönem geçti, ANAP bitti.
AKP de başta aynı iddiada değil miydi?
AKP de 28 Şubat sonrası bir ihtiyaç sonucu kuruldu. 12 Eylül olmasaydı ANAP olmazdı, 28 Şubat olmasaydı AKP olmazdı. Bu millet askeri darbelerin karşısında gördüğü partilere oy veriyor. AKP 28 Şubat ürünü olarak çıktı ama sanki yanıtmış gibi algılandı ve oy aldı. Tayyip Bey’in Özal’a göre avantajı vardı. 3 Kasım 2002’de siyaset temizlendi, millet üçlü koalisyondan çok sıkılmıştı. Geçen zamanda görüldü, AKP ortak bir fikir etrafında insanları toparlayamıyor. Kurulduğundan beri ne olmadığını söylüyor. Sonunda ortaya attıkları şey mufazakâr demokratlık.
Bu ne demek?
Bunu kimse bilmiyor. ANAP gibi zamane partisidir AKP. Zamane şartları değişince kendisine hayat veren kuruluş gerekçeleri ortada kalmayacaktır, Türk siyasi tarihindeki yerini alacaktır. Türkiye’de iki dönem başbakanlık, bir dönem cumhurbaşkanlığıyla konjonktür verilen kredinin AKP’ye de verildiğini düşünüyorum. Bu seçimlerde sarı kart görecekler. Güçlerini kullanarak yerel seçimlerde bir sonuç alabilirler, ama bakın yüzde 47 oy alarak seçilmiş bir iktidar partisi olmasına rağmen anketlerde yüzde 35 kararsız oy var.
Sevgi Kurtulmuş başörtüsü nedeniyle açığa alınan ilk hoca
Numan Kurtulmuş İstanbul Üniversitesi İşletme Bölümü mezunu, eşi Sevgi Hanım da İktisat mezunu. Sevgi Kurtulmuş, rektör Kemal Alemdaroğlu döneminde açığa alınan ilk başörtülü hoca. Kurtulmuş, 1990’da Cornell Üniversitesi’nde konuk öğretim üyesi olmuş. Numan Kurtulmuş’un babası dahiliye uzmanı Dr. İsmail Niyazi Kurtulmuş, İstanbul İlim Yayma Cemiyeti’nin kurucusu. Numan Kurtulmuş’un kızı Ayşe tıpta okuyor, ortanca oğlu İsmail üniversite sınavlarına, küçük oğlu Emir de OKS’ye hazırlanıyor. Bu aralar Numan Kurtulmuş en çok çocuklarını az görmekten şikayetçi.
Vatan-Pazar